28 Kasım 2011 Pazartesi

Arabesk Toplumuyuz Vesselam!


      Aslında bu konuda uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Bu konudaki yazma isteğimi de büyük ölçüde yazarı Rhonda Byrne olan ¨Secret¨ ve ¨The Power¨ kitaplarına borçluyum. 
 Konuya giriş yapmadan önce söz konusu kitaplardaki temel felsefe ve görüşlere değinmekte fayda olacağını düşünüyorum. Bu kitaplarda özde vurgulanan fikir; pozitif düşüncelerin olumlu olayları, negatif düşüncelerin ise olumsuz olayları hayatımıza çektiğidir. Bu fikir çoğu kişinin kabullenebileceği kadar makül görünmektedir ve gerçekten de öyledir. Hatta bu fikri destekleyen atasözlerimiz de mevcuttur. Örneğin; ¨iyi düşün iyi olsun¨, ¨ağzından yel alsın¨, bir şeyi kırk defa söylersen olur¨... Daha derin bir araştırma yapılsa eminim ki nice benzer sözler bulunabilir. 
  İnsanların bu noktada akıllarına gelen ilk soru ise nasıl sürekli pozitif düşüncelere sahip olunabileceğidir. Ayrıca bir günde binlerce düşünce ürettiğimiz göz önüne alındığında her bir düşüncemizi kontrol etmemiz mümkün değildir. İşte Byrne’e göre bu aşamada duygularımız devreye giriyor. Duygularımız bize düşüncelerimizin pozitif mi negatif mi olduğunu söylüyor. Bu gerçekten de böyle! Kendimizi mutlu hissettiğimiz bir anda aklımızda negatif düşüncelerin üretilmesi çok da mümkün değil. Tam tersi durumda yani üzgün olduğumuzda da aklımızda pozitif bir düşüncenin üretilmesi pek mümkün değil. Dolayısıyla kendimizi iyi hissetmeliyiz ve pozitif düşüncelere sahip olmalıyız. Peki kendimizi nasıl iyi hissedeceğiz? İşte yazının özü burada başlıyor. Ne yazık ki Türkiye’de insanın kendini iyi hissetmesi oldukça zor. Neden mi? Çünkü arabesk kültürü resmen bizim hayat felsefemiz olmuş da ondan. Bunun belirtilerini bir çok yerde bulmak mümkündür. Örneğin piyasadaki popüler! parçalar. Bunların büyük çoğunluğunda elem, keder, göz yaşı diz boyu. Sonra özellikle beni benden alan dahiyane Türk dizilerimizden bahsetmeden edemeyeceğim. Sanki her biri ¨en büyük dertler bende, sizi öyle bir üzeceğim ki bir hafta kendinize gelemeyeceksiniz¨ der gibiler. Tabi ki arabesk kanı damarlarımızda dolaştığı için de söz konusu diziler izlenme rekorları kırıyorlar. E haliyle küçük emrah ve küçük ibo filmleriyle büyüyen nesiller için bu durum çok da yadırganacak bir hal almıyor. Ben bu tür dizi ve filmleri izlemekten kaçındığım gibi özellikle dizilerin büyük özenle! hazırlanmış fragmanlarında dahi kanal değiştirme eğilimi göstermeye başladım. İnsanların kendi kendilerini üzecek bu tür yapımlara neden imza attıklarını ve insanların da bu yapımlara neden prim verdiklerini bir türlü aklım almıyor. Oysa ki gülmek bu dünyadaki en güzel şeylerden bir tanesi. Mutluluk ise bu dünyadaki en güzel duygu. Bu nedenle yapay kederlere prim vermemeliyiz ve her koşulda gülecek bir şey bulmalıyız. İnanın bu dünyadaki en dertli insan da olsanız kimse size ¨En Güzel Dert Çeken İnsan¨ ödülünü vermeyecek. Buna emin olabilirsiniz :) O zaman ne yapıyoruz? Tebessümü yüzümüzden hiç eksik etmiyoruz!  

7 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Kişisel Reklam Aracı ve Kapitalizmin İcadı: Facebook

Günümüzde bir çok ortamda Facebook hakkında muhtelif yorum ve yazılar bulmak oldukça mümkün. Bu tür yorum ve yazıların bir kısmı Facebook’u yere göğe sığdıramazken bir kısmı da yerin dibine sokuyor. Aslında hangi bakış açısına sahip olunduğu da bu tür yazıların safını belirliyor. Benim bu yazıda belirtmek istediğim hususlar ise daha çok Facebook’un ne şekilde kullanıldığı ile ilgili olacaktır.
Bilinebileceği üzere Facebook bir sosyal paylaşım platformu. İnsanların profilleri mevcut ve bu profillerde insanlar kendileri hakkında kişisel bilgilerini ve fotoğraflarını hatta videolarını paylaşabiliyorlar. Son dönemde popüler olan bir uygulama ise ¨şu anda şuradayım¨ olarak adlandırılabilecek bir uygulama. Hatta bu uygulamayı ¨şu anda şu kişiyle şuradayım¨ olarak da kullanmak mümkün.
Başlıktan da anlaşıldığı üzere Facebook’un kişisel bir reklam aracı olduğunu düşünmekteyim. Hem de bu reklam aracı ücretsiz, hızla yenilenebilen en güncel reklam aracıdır. Nasıl mı? Artık Facebook kullanıcılarının bir kısmı sosyal paylaşımda! sınır tanımıyorlar. Kimileri mobil cihazlarında yer alan Facebook uygulaması ile anlık çektiği fotoğrafı paylaşırken kimileri de anbean kiminle nerede ne yaptıklarını paylaşıyor. Dolayısıyla her an her şeyin reklamı yapılabiliyor. Tatil mekanlarından tutun da ünlü bir restoranda yenen bir yemeğin reklamı anında ekranınızda belirebiliyor. İnsanlar bu işi o kadar profesyonelce yapabiliyor ki sanki bu kişilerin bir reklam ajansında çalıştığını düşünmek bir süre hiç de abes görünmüyor. Bir an için toplumsal ve kültürel değer yargılarımıza ne olduğunu düşünmeden edemiyorum. Eskiden komşusu açken uyuyamayan insanlar şimdilerde yediklerinin resimlerini anlık olarak Facebook’ta paylaşıyor. Gittikleri mekanların reklamını yapıyor. Tatil fotoğraflarını son sürat ekliyor. Peki bunlar neye yol açıyor: gizli kişisel bir rekabete. Bunları görenler daha iyi yere gitmek, en güzel yemeği yemek, en ihtişamlı yerlerde tatil yapmak için ölesiye yarış yapıyor. Şimdi şu soruyu sormak isterim: Bundan daha iyi reklam olur mu? Sanırım bu tür sosyal medya uygulamaları kapitalizmin en etkin aracı. Herkes her şeyin reklamını yapma fırsatına sahip.  Ayrıca bu reklamlar o kadar hızlı bir şekilde genel kitlelere yayılabiliyor ki bunu başka bir şekilde yapmak mümkün görünmüyor. Tabi ki sosyal medyanın faydaları da var ancak nedense son zamanlarda yukarıda belirttiğim nedenler dolayısıyla toplumsal ve kültürel değer yargılarımızın aşındığını hissediyorum. Bu tür sosyal medya uygulamaları var olduğu sürece kapitalizmin açmazı olan talep yetersizliğinin yaşanmayacağını düşünüyorum. Say yasasının belirttiği gibi ¨her arz kendi talebini yaratır¨ yeter ki reklamı olsun.